Büyük Yunanistan HâyâliMuhteris Rus Çariçesi II. Katerina'nın, 1779 yılında bir torunu oldu. İsminin kasten (konstantin) koydu. O'nunla ilgili ''büyük hayalleri'' vardı. Fakat bu hayallerin gerçekleşmesi için, müttefik bulması elzemdi. Avusturya imparatoru II. Jozef'i kandırdı. Tasavvurlarını açtı. anlaştılar. (1781, Petersburg) Aslında, DELİ PETRO'dan beri devam eden siyaset, Devleti Aliyye'yi (Osmanlıları) parçalamak ve taksim etmekti. Rusya ve Avusturya, iştah çeken payları alıyorlardı. Geriye kalan Constantinopl (İstanbul) ve civarında, (Büyük Elen- Yunanistan Devleti) kuruluyordu. Tabii bu devletin başına, bu iş için doğmuş (konstantin) veledinden başkası düşünülemezdi!... Afrika ve Asya'daki topraklarımız ise, diğer medeni (!) Devletlere ikram ediliyordu. Önce KIRIM, ilhak edildi. 1783. Bir müddet sonra güney rusya'da geziye çıkan Katerina, birçok (Zafer Tâkı) altından geçirildi. Hepsinin üzerine de (BİZANS YOLU) yazılmıştı... Çift başlı (Bizans Kartalı) havalandı uçuyordu. Fakat, Katerina'nın hayali, çabuk yıkıldı. Çünkü önce Osmanlı Devleti, Rusya'ya harp ilan etti. Sonra İsveç, İngiltere ve Prusya, bizimle birleştiler. Üstelik Fransız ihtilali, bütün Avrupayı tehdit ediyordu. Herkes kendi derdine düştü...sadece küçük Yunanistan, o hayali benimsedi. Hâlâ da, peşinde koşar durur... Bir türlü idrak edemedi ki, o bir (Rus Hayâli)dir... |
TARİH
lisede tarih dersi
Sayfalar
13 Ekim 2012 Cumartesi
Büyük Yunanistan Hâyâli
Büyük Reisülküttâb (Dışişleri Bakanı) Râmi Mehmed Efendi
Büyük Reisülküttâb (Dışişleri Bakanı) Râmi Mehmed Efendi
Dırâyetini bütün dünyaya (Karlofça) Sulh Müzakereleri esnâsında kabul ettirmiştir... O tarihten 45 yıl önce 1654'te Der'saadet'in mübârek ''Eyüb Sultan'' semtinde dünyaya gelmiştir. Babası Terazici Hasan Ağadır.
Çok iyi tahsil görmüş, üç doğu dilini (arapça, farsça, türkçe) tesbih çekercesine, rahat kullanabilmiştir.
Nabi ve Sâmi mâhl'asını kullanan Mehmed Efendi, NÂBİ'nin delâletiyle, Divân Kâtipliğine yükselmiştir. Gene dostu Nâbi ile Hacca giden Râmi Mehmed Efendi, dönüşlerinde BEYLİKÇİ (Müsteşar) olmuştur. Dört sene sonra 40 yaşına girdiğinde, Reis'ül Küttâb'dır... Artık bu dünyanın birinci Devleti aliyyesinin Hariciyesi, Eyüb Sultanlı Hacı Mehmed Efendiye emânet edilmiştir... EL-HAK (Emâneti ehline tevdi ediniz) Hadis'i Şerifinin, tam anlamıyla yerine getirildiği; zamanla anlaşılmış ve Devlet birçok bâdireden, bu tâyin sâyesinde kurtarılmıştır.
Meselâ 1699 yılının ilk aylarında imzalanan o Karlofça sulh anlaşmasında; bütün Haçlı ve hıristiyan Âlemine karşı, tek İslâm TÜRK Kahramanı; Râmi Mehmed Efendidir. Bunu Alman, Rus, Venedik ve Leh Murahhasları ittifakla kabul ve itiraf etmişlerdir... Müzakereler sırasında Leh murahhası:
- Haşmetlü Kralım, Devleti Aliyye topraklarında (BUĞDAN) Eyâletinde; 2 manastır yeri rica etmektedir...
deyince, Râmi Mehmed Efendi sadece gülmekle iktifa etmiştir. (İstanbul'da RÂMİ semti, o'nun adını taşır)
Büyük Denizci Kemal Reis Nerelidir?
Büyük Denizci Kemal Reis Nerelidir?Coğrafyacıların Pir'i, PİRİ REİS'tir. Onun meşhur (Amerika Haritası) bütün dünya Üniversite ve Deniz Komutanlıklarında, baş köşeyi süsler. ''Kitâbı Bahriye'' adlı eseri ise, Coğrafya kürsülerinde ''Ders Kitâbı'' dır... Piri Reis, büyük Denizci Kemal Reis'in yeğenidir. Akdenizi (Müslüman-Türk gölü) haline getiren, Deniz Kurdlarımızın öncüsü odur. Asıl adı Ahmed olup, babası ''Karamanlı'' Ali Efendidir. Fâtih, Bâyezid ve Yavuz zamanlarında, büyük işler ifa etmiştir. 1470 Ağrıboz Seferinde, ''Azep Askeri'' Deniz Piyadesi olarak görev aldı. Fetihden sonra (Ağrıboz Azepleri Reisi) oldu. Donattığı teknelerle, Venedik ve İspanyolların korkulu rüyası haline geldi. O kadar ki, kendisine sorulmadan hiçbir gemi, Akdenizde seyredemezdi. Kemal Reis bütün faaliyetlerini, Divanı Hümâyûn'un emir ve malumatı tahtında icra ediyordu. O'nun kendi namına korsanlık ettiği iftirası, düşmanların uydurmasıdır. Bu meyânda 1492'de Gelibolu'ya gelmiş ve Kaptânı Deryâ ''Güveği'' Sinan paşa vasıtasıyla, padişah hazretlerine malûmat arzetmiştir. Mukabilinde birçok hediye ve yövmeyesi ''50 akçaya'' çıkarılarak taltif edilmiştir. Denizlerde başardığı işler yüzünden, tıpkı Barbaros'a verilen ''Hayreddin'' lakabı gibi, O'na da ''Kemâleddin'' denilmiştir. Bu sıfat, padişah tarafından tevcih edilmiştir. |
Bursalılar, ( Der'seâdet)' te Hangi Semte Yerleştiler?
Bursalılar, ( Der'seâdet)' te Hangi Semte Yerleştiler?
Edirne Kadı'sı (Muhammed El- Fenari) nin yazdığı, mühim bir eser vardır. 1519'da arapça olarak kaleme alınan bu kitabın adı: (Ayasofya Tahrir Defteri) dir.
O kaynak'ta, Bizans binaları hakkında, etraflı malûmat mevcuttur. Öyle ki, eskiden kalanlarla; yeni yapılanlar ve eskilere ilâve edilenler ayrı ayrı belirtilmiştir.
Tek katlı binalara (BEYT) denirken, üzerine kat ilâve edilenlere (Menzil) adı verilmektedir. Manzaralı katlar ise, (Gurfe) olarak zikredilir.
İstanbul Surları içindeki bütün evler, Devlet mâlı ilân edilmişti.
Feth-i mübin'de yararlığı görülen Gâzilere ve Âlimlere, bu evler tahsis edildi. Onlar sâyesinde birçok Câmi ve Mescid meydana getirilmiş ve ilk Müslüman- Türk Mahalleleri teşekküle başlamıştır.
Bununla beraber, Fâtih Sultan, Anadolu ve Rumeliden birçok ailenin dahi, Der'seâdet'e gönderilmesini temin etmiştir. Evliya Çelebi ve yabancı kaynakların belirttiği üzere, meselâ:
Anadolu'dan ilk gelenler arasında, bursalılaı: Eyüb Sultan'a, Trabzonlular: Bâyezid Câmii civarına, Çarşamba ovası halkı: Çarşamba semtine. Tireliler: Vefâ semtine, Kastamonulular: Kazancı mahallesine, Gelibolular: Tersâne'ye, Sinop ve Samsunlular: Tophane'ye, Eğridirler: Eğri kapıya, İzmirliler: Büyük Galata'ya, Konya, Aksaray ve Dârendeliler (Karaman): Aksaray ve Fâtih semtlerine iskân edildiler. Diğer Müslüman Türkler umumiyetle, Üsküdar'ı tercih etmişlerdir.
Avrupalı Müslümanlardan, meselâ Üsküplüler: Cibâli tarafına, Yenişehirliler ise: Yenikapı sahillerine yerleşmişlerdirMora Rumları: Fener mahallesine: Ermeniler: Lânga, Kumkapı ve Hasküy'e, Yahudiler ise: Tekfur- Sarayı ile Çıfıt Kapısı civarına iskân edilmişlerdir.
Bursa Hisarının Fethi
Bursa Hisarının FethiOsman Gâzi, gördü ki, Bursa Hisarı savaşla alınmaz... sabır gerek. Bunun üzerine ''Havâleler'' yapmaya koyuldu. ''Havâle'' fethi zor olan Bursa gibi beldeleri, dışardan sıkıştırmak için yapılan ''küçük kale''lere derler. Böylece, dışardan yardım alması önlenmiş olur. Hem de düşman, iyice gözetlenir, haber iletilir. Kara Osman ''kaplıca'' tarafına bir Hisarcık kondurdu. Dizdârlığa da, kardeşi oğlu Akdemir Beyi getirdi ki, gayetle bahâdır, yarar bir ER'di Onunla bile (birlikte) hayli yoldaşı dahi, oraya yerleştirdi. Bir havâle de, sağ tarafa yaptırdı. Balabancık derler, bir yiğit vardı. O da gayetle gözüpek ER'di. Bu hisara da, O'nu Dizdâr eyledi. Havâleler, ancak bir yılda tamamlandı. Köylerini mâmur eyledi. Bursa'dan taşra (dışarı) bir kâfir, parmağını çıkartamaz oldu!.. İki yandan Gâziler, Bursa Hisârını ellerinde tuttular. Bir nice yıl, onlara rahatlık vermediler. Nihayet haber geldi ki: ''- Açlıktan gayet bunalmışlardı. Bâhâne ararlar ki, Hisarı vereler!..'' Orhan Gâzi Bursaya, Gâzi Mihal'ı gönderdi. - Hisarı ver... dedi. Bursa Tekfuru da: ''- Anlaşalım... Kimsenin bize bir zararı dokunmazsa, Bursa'yı verelim... dedi. Mihal bu haberi getirince, Orhan Gâzi kabul etti... Tekfur gene haber saldı: _ Birkaç yarar adam yollayın ki, biz Hisardan çıkarken, Osmanlıların zararı erişmeye... Orhan Gâzi, adamlarını yolladı. Bursa Tekfûrunu incitmeden, kapıdan çıkardılar. Kapılar açılınca, çok kalabalık oldu. Her tarafdan Müslümanlar, girmeye başladılar. Ede Balı'nın kardeşi oğlu ahi Hasan, Burca, Sancak dikti. Onunla bile, diğerleri de tırmandılar. Tekfurun burnu kanamadan Gemlik'e götürüldü. Yanındakilerin dahi, bir çöpleri alınmadı. Ancak Hisardaki hazinesini Orhan Gâzi, Mücâhidlere dağıttı. Ziyâde malı vardı. Hepsini verdi. Gâzilerin cümlesi, zengin oldular. Tekfurun bir veziri vardı. O gitmedi. Hem de Hisarın teslimine, sebep olmuştu. Kendi rızasıyla, çok mal getirdi. Orhan Gâzi gene, Gâzilere dağıtdı. Hem de vezire sordu: - Bu hisarı niye verdiniz? - Bunaldık da teslim eyledik... - Ne sebeple bunaldınız? - Biri budur ki: Babanız Osman Gâzi, üzerimize Havâleler yaptı. Köylerimizi zaptetdi. size itaat eder oldular... Bizi anmadılar. Bildik ki, onlar, rahata erdiler. Biz de o rahatlığa heves eyledik... - Başka? - Biri de şudur ki: Bizim tekfurumuz mal yığdı. Lâkin malı fayda vermedi. Zira, malı verecek yer bulamaz oldu. İhtiyaç zamanı, malı satacak kimse bulamadı. Alacağını ise, hiç alamazdı... Hisar bize hapishâne oldu.- Daha- Biri de budur ki: Âlemin değişikliği eksik olmaz. Şimdi bu değişiklik bizde vâki oldu. Bizim devletimiz söndü. Sizin Devletiniz döndü, parladı. |
Budin Kadısı
Budin KadısıBir yıl önce gecelik entarisiyle kaçan Alman Başkomutanı, epeyce alay mevzuu olmuştu. buna fevkalade üzülen imparator, 1602 yılında büyük bir ordu hazırlattı. Kardeşi Arşidük Mathias'ı Başkomutan tayin etti. BUDİN üzerine saldırttı... Orduyu Hümâyûn, serdâr Yemişci Hasan Paşa'nın emriyle, Belgrad kışlağına çekilmişti. Almanlar ilk hamlede, Tuna nehrinin karşı sahilinde bulunan PEŞTE'yi işgal ettiler. Eylül ayının ilk karları düşerken de BUDİN kalesini muhasaraya başladılar. Budin Beylerbeyi Kadızâde Ali Paşa, Serdâr'dan yardım istedi. O da, meşhur komutan Lala Mehmed Paşa ile, bir miktar tımarlı Sipahi göndermeyi kafi gördü. Arşidük Mathias emrinde 80.000 asker vardı. Tabii ağır muhasara topları ve her türlü erzâk ve mühimat da, ziyâdesiyle mevcuttu. Budin Kalesinde ise 8.000 Mücahid bulunuyordu. Artık bu küffar savaşlarında 1'e/10 nisbeti, sanki kaide haline gelmişti. Almanlar beklemedikleri kadar sert bir müdafaa ile karşılaştılar. Lala Mehmed Paşa'nın askeri dehâsı ve Kadızâde Ali Paşa'nın idari maharetine bir de, Budin kadısı HÂBİL Efendinin şecaatı inzimam edince, ZAFER çabuk kazanılabilirdi... Kaleden binlerce fıçı, düşman üzerine doğru yuvarlanıyordu. Fıçıların içinde, barut ve hurda demir parçaları doluydu. Böylece çok sayıda, düşman öldürüldü. Nihayet 27 Eylül seherinde, yapılan huruç hateketi, uyuyan Alman ordusunu kaçırmaya yetti.O gün, 80'lik Budin Kadı'sı Hâbil Efendi, bizzat cenge katılmıştır. Her yaşta CİHÂD'ın farziyyetini yaşamuş ve öğrenmiştir... Tarihçi Peçevi İbrahim Efendinin dediği gibi: ''Devleti Aliyye ceng'ü gâzâlarında, gençlerin mi, yoksa ihtiyarların mı daha gayyür (cesur) oldukları, câyı sualdir...'' |
Bu Şehr-i İstanbul ki
Bu Şehr-i İstanbul kiRivayete göre, İstanbul şehri, trakyalı Buzas tarafından kurulmuştur. bu sebeple bilinen ilk adı: ''Buzantlon'' dur. (M.Ö.660) Sonra şehri fetheden, Roma imparatorunun oğluna izafetle (Antonla) adını alır. Constantin, 11 Mayıs 330'da imparatorluğunun merkezini Roma'dan buraya nakleder. Konstantin'in şehri demek olan (Constantinopolis) adı meşhur olur. Fakat şehrin resmi adı: (Yeni Roma) veya (İkinci Roma) dır. Şehir halkına da, (Romani) veya (Romalo) denmeye başlanır. İşte Türk-İslâm kaynaklarındaki (Rum) tâbiri, buradan gelmektedir. Osmanlı Sultanlarına bilindiği gibi, ''Sultânı Rum'' denilir... Müslüman- Türk müellifler arasında ''İstanbul'' ismini ilk kullanan zât, Ali bin Abdurrahman'dır. İbnül Verdi'nin bir eserini tercüme ederken, -... Büyük şehirlerden biri Konstantiniya ki, buna İslâmbol derler...'' diye yazar. Fetihden sonra (İslâm-Türk) merkezi haline gelince, ''İslâmbol'' ismi kullanılır. Bu tâbir, III. Ahmed Hân zamanında III. Selim devrine kadar, sikkeler (paralar) üzerinde görülür. Nedense, Tanzimat'tan sonra bu kelime terkedilmiştir... Osmanlı Devletinin merkezi İstanbul'a ayrıca, birçok güzel isimler verilmiştir. Bir kaçını sayalım: Der'seâdet, der'i Devlet, âsitane, Âsitâne'i Seâdet, _mm'i Dünyâ Dârü's Saltanat'ül Aliyye, Dârül İslâm... Şiirin dediği gibi: Bu şeh-i Stanbul ki, bir mislü behâdır,Bir sengine, yekpâre acem mülkü fedâdır... |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)